GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE PARKİNSON

Geçmişten Günümüze Parkinson

Parkinson hastalığı, Alzheimer hastalığından sonra en sık izlenen, beyindeki hücre dejenerasyonu ile giden Merkezi Sinir Sisteminin hareketle ilişkili bazı bölümlerini etkileyen bir nörolojik hastalıktır.

Hastalık ilk kez James Parkinson isimli İngiliz bir hekim tarafından “an essay on the shaking palsy”isimli kitabında tarif edilmiş ve hastalığın adı Titrek Felç olarak konmuştur. Ancak hastalık daha sonra Parkinson hastalığı olarak anılmıştır.

Parkinson hastalığı maalesef ki iyileşmeyen ve ilerleyici bir hastalıktır. Yavaş ve sinsi seyreder. Hastalık tedavi edilmezse 10 yıl gibi bir süre boyunca sürekli ilerleme gösterir.

Hastalık sinsi ve yavaş seyrettiği için tanısı geç konur ve genelde ilk belirtisi ellerde titreme şeklindedir.

Diğer belirtileriyse;
  • kişinin yazdıklarının okunaksız olması,
  • küçük yazmaya başlaması,
  • yavaş yürümeye ve hareket etmeye başlaması: Bradikinezi,
  • yürürken ayağını yere sürümesi,
  • vücudu öne doğru eğik durması ve buna bağlı olarak solunum potansiyellerinde azalma,
  • depresyon,
  • kas ağrıları,
  • yürürken kol salınımı yapmamaları,
  • kısık sesle konuşma, maske yüz sendromu,
  • terleme,
  • hipotansiyon

İleri dönem hastalarda Akinezi denilen tam hareketsizliğe ulaşan durumlar görülebilir. Bu hastalar genelde öne eğik kollar büzük ve çok ufak adımlarla yürürler.

Hastalığın İkincil belirtisi ilerleyen dönemde ortaya çıkmaya başlar ve insiyatif kaybı, unutkanlık gibi bozukluklardır.

Bu hastalıkta beyinde dopamin molekülünü üreten nöronların kaybı izlenmektedir. Tıpkı serotonin gibi, “mutluluk hormonu” olarak da ifade edilen dopamin, beyindeki sinir hücreleri yani nöronlar arasında sinyal alışverişini sağlayan; vücut tarafından doğal yollarla üretilen kimyasal bir maddedir.

Dopamin; beyindeki sinir hücreleri arasındaki sinyalleri taşıyan, beyindeki siyah cisim anlamına gelen “substantia nigra”, hipotalamus ve ön tavan bölgelerinde doğal olarak üretilen; vücudun istemli hareketlerini, hafızayı, konsantrasyonu, öğrenmeyi, mutluluğu ve hazzı etkileyip kontrol edebilen bir nörotransmitter olarak tanımlanabilir. Vücudun fiziksel aktiviteleri kadar psikolojik süreçlerinde rol olan bu “kimyasal haberci” Parkinson hastalığının da nedeni olarak görülmektedir.

Parkinson hastalığı olan kişilerde dopamin eksikliği olduğu için bu hastalar gün boyu uyuma eğilimindedirler. Aynı şekilde psikoz ve şizofreniden muzdarip olan kişiler, aşırı dopamin olduğu için uyuyabilmeleri için sakinleştirici almak zorunda kalırlar.

Parkinson hastalarına yukarda bahsettiğim sebeplerden dolayı L-Dopa ilacı kullanılarak tedavi edilirler. Parkinsona bu şekilde genel bir bakıştan sonra beni çok etkileyen bir gelişmeden bahsetmek istiyorum: Harvard Üniversitesi Genç Akademi Üyesi Dr. Canan Dağdeviren’in geliştirdiği yöntem gerçekten büyük bir umut kaynağı olmuştur. Canan Dağdeviren tarafından geliştirilen proje ile parkinson ve alzheimer gibi hastalıklara neden olan beyindeki kırık noktalar bulunarak, iğne biçiminde bir aletle bu bölgelere ilaç aktarılabiliyor.

“Giyilebilir kalp pilinin” de mucidi olan Dağdeviren bir program kapsamında geldiği Bursa’da yaptığı açıklamada “İnsan beyninin elektronik devreye benzediğini, elektronik devrelerde bazen kırık noktalar bulunabildiğini” belirten Dr. Dağdeviren, “Beyinde de kırık olmasından dolayı bazı kişiler parkinson, alzaymır veya ruh değişiklikleri hastalıklarına yakalanabiliyor. Hasta olan kişiler, ilaçları ağız veya damar yoluyla almak zorundadır. Ama ilaçlar beyne gidinceye kadar vücudun diğer bölgelerine de zarar veriyor ve böylece iyileşme süreci uzun sürüyor.Canlı hayvanlar, maymunlar üzerinde denenerek direkt beyne şırınga edilecek olan ilacın iğne sistemini geliştirirken Dünyanın en büyük binasını kuran mimardan esinlendiğini ve o mimardan destek aldığını da belirtti.

Burda yapılan uygulamalar aklıma önceden izlemiş olduğum Eternal Sunshine Of The Spotless Mind filmini de getirmedi değil 🙂

Bu filmi izlediyseniz veya burda okuduktan sonra izlemeye karar verirseniz beynin bir elektrik devresi olduğunu ve filmde olduğu gibi beynin belirli bölgelerine etki edilebileceği ve bu bölgelerin saptanmasının aslında çokta imkansız olmadığı hakkında insana fikir veriyor. Kim bilir, belkide bu gelişmelerdeki esin kaynaklarından biri de bu filmdir.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir